Moskova

Moskova

24 Eylül 2017 Pazar

"Rusya kaynakçamız bile yok!"

Birgül Ayman Güler


Birgül Ayman Güler, Aydinlik.com.tr sitesinde yazdı:

"Ruslar, Türkiye üzerine kendi dillerinde çevrilmiş ya da yazılmış yayınların neler olduğunu tam sayım halinde biliyorlar. Kaynakça çalışmalarını çoktan yapmışlar. Ellerindeki ciltlerde Rusçada bizimle ilgili olan yayınlarını taramışlar. Kaynakçaları 1713 yılından başlamış, bugünlere kadar gelmiş.

Rusça’da Türkiye üzerine yazılmış 1713 1917 yılları arasında 5116 adet, 1917 1975 arasında 15797 adet yapıtın bilgisine sahibiz, diyebiliyorlar.

Biz ise, Türkçede Rusya’ya ilişkin çevirdiğimiz ya da kaleme aldığımız yayınların neler olduğunu bilmiyoruz. Rusya hakkında neleri bildiğimizi ve neyi, ne zaman, nereden, nasıl öğrendiğimizi ölçebileceğimiz bir “kaynakça”mız yok.

Oysa “kaynakça”, Batı dilinden söyleyişle bibliyografik çalışma, hangi alan söz konusu ise o alanda, elgördülük değil ciddi işler yapıldığının işareti sayılır. İşe başlamanın “a”sı!

Bizde yok!

***

Rus akademisyenlerden S. N. Uturgauri, Ankara’da 1992 yılında yapılan 500. Yıl Sempozyumu’na sunduğu bildirisinde, Rusya ile birbirimizi öğrenmeye başlama tarzımıza ilişkin olarak ilginç bilgiler veriyor.

Diyor ki, ülkelerimiz birbirini, doğrudan kendi dillerinde kendi yaptıkları incelemelerle değil, büyük bölümü Fransızcadan yapılan çeviri kitaplarla tanımaya başladı.

Rusya’da bizimle ilgili ilk kitap, “Osmanlı İmparatorluğunun yükselmesi, çökmesi ile askeri durumu” başlıklı, Kont Marsilye adlı yazar tarafından kaleme alınmış Fransızca bir kitabın 1737 tarihli çevirisi. Bizde Rusya hakkındaki ilk kitap ise, Edirne Barışı’ndan sonra yine Fransızcadan çevrilerek 1829 yılında yayımlanan J. H. Castera’nın“Katerina Tarihi” olmuş.

İlk diplomatik-ticari ilişkilerin 1492 yılında başladığı düşünülürse, ortada hem geç hem dolaylı bir kültürel temas gerçeği var.

Reklamdan sonra devam ediyor 
Rusya - Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin Batı coğrafyası üzerinden değil, iki tarafın birbirinin kültürünü aracısız doğrudan öğrenme dönemi, Rusya’da 1781’de bizde ise 1886 yılında başlamış.
Onlar Şair Nâbi’nin Hayriyye’sini 1781’de [Fransızcadan çevirip] Rusça okurken, biz onların diplomat-yazarı Griboyedov’unAkıldan Bela oyununu - Mizancı Murat Rusçadan çevirmiş Osmanlıca/Türkçe olarak 1886’da okumuşuz.

Tarihlere dikkat ederseniz, bir de şöyle bir durum var: Birbirini Batılıların süzgecinden okumakta Rusya 1737 - biz 1829; birbirinden doğrudan çeviri yaparak öğrenmede Rusya 1781 -biz 1886 doğumluyuz. Aramızda yüz yıllık, hiç de az olmayan bir fark var. Bugün, “karşımdaki hakkında ne biliyorum” sorusunu açıklığa kavuşturacak bibliyografik çalışma eksiğimizi göz önüne alırsak, kültürel ilişkilerde bizim daha ‘geriden gelme’ özelliğimiz halen sürüyor demektir.

Herkes önce kendinden sorumludur. Artık, yetersiz bilgi ve eksik gayret sorunumuzun üstesinden gelmemiz gerekir.

Elbette bir de sorularımızı yeniden düzenleme işi var...

Alanın uzmanlarınca masaya koyulmuş, ne var ki üzerinde durulmamış, ama öne çıkarılmaları heyecan verici çok soru var. Örneğin, Türk Rus ilişkilerinin son 500 yılında yaşanan 12 savaşın toplamı 50 yıl. Peki kalan 450 yılda ne var ne yok?... Örneğin, bu kapışmalarda başka devletlerin rolü ne kadar?... Örneğin, bu iki ülkenin hem imparatorluk hem modernleşme tarihi neden bu kadar çok birbirine benzer? ... Örneğin, Batı zihninde dünyanın Batı/Doğu sınırı kâh Hristiyanlık/İslam kâh Katolik/Ortodoks ayırımına göre çizilir; bu durumda ‘kim kimle daha çok kültürel ortak?’...

Kendi gerçekliğimize ve başkalarıyla ilişkilerimize taşıma süzgeçlerden değil de doğrudan bakabilirsek, ezbere aldığımız sorulara farklı ve yeni sorular ekleyebilirsek, hiç kuşkusuz gözlerimizin önünde başka bir dünya görüntüsü belirecek."


www.aydinlik.com.tr


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder