Moskova

Moskova

1 Mart 2017 Çarşamba

İLK ROMANIN KARŞILANIŞI


ORHAN PAMUK

Dostoyevski'nin ilk romanı İnsancıklar edebiyat tarihinin tuhaf vakalarından biridir. Bu romana ilk yazıldığında gösterilen tepkiler, uyandırdığı ilk ilgi ve sonradan arkasından yazılan ve anlatılanların yarattığı efsane bu basit ve içe işleyen kitabın kendisinden çok daha ünlü ve önemlidir. Dostoyevski İnsancıklar'ı yirmi dört yaşında kaleme aldı. Askeri mühendis olan genç Dostoyevski yirmi üç yaşında okulu bitirdikten sonra, bizimki gibi yoksul ülkelerde iyice gözü dönmüş bir edebiyat aşkı ve cesaret gerektiren bir işi yapmış, yazar olmak için mesleğini terk etmişti. Balzac çevirdiği, Schiller'in kitaplarını yayımlamayı düşündüğü hayallerle dolu bir edebiyatseverlik döneminden sonra Insancıklar'ı bir köşede kendi kendine yazmış, el yazmasını edebiyatçı arkadaşı Grigoroviç'e vermişti. Grigoroviç kitabı okuyup beğenince bir başka yazara Nekrassov'a verdi. Bu iki yazar, Dostoyevski'nin kahramanları olan orta yaşlı bir katip ile uzak akrabası genç kadının yalnızlıklarla dolu hikayesinden öylesine etkilendiler ki, coşkularını paylaşmak için gece yarısı Dostoyevski'nin evine koşup (daha telefonun icat edilmediğini hatırlayalım) onu uyandırmaya karar verip, genç yazarın kapısını vurdular. Dostoyevski'nin daha sonra hatıralarında, mektuplarında pek çok kereler anlattığı rüyalardan çıkma bu sahnede, henüz uyumamış olan genç yazar, gece yarısından çok sonra karşısında bu iki heyecanlı hayranı görüp kitabının ne kadar çok sevildiğini anlayınca mutluluktan uçar.

Dostoyevski'yi bir anda saran o inanılmaz "başarı" hikayesinin ikinci perdesini o sırada Rus edebiyatının yönlendiricisi ve en büyük düşünür ve eleştirmeni olan Belinski açacaktır. Nekrassov'un götürdüğü İnsancıklar'ı okuyan bu hafifçe solcu ve Batılılaşmacı büyük eleştirmen de aşırı bir heyecana kapılacak, daha yayımlanmamış bu "toplumsal romanın" (oysa bugün İnsancıklar'ı hiç de toplumsal bir roman olarak görmeyiz) yazarını herkese, her yerde övecek, onun hakkında hem haklı nedenlerle hem de bir çeşit rastlantısal yanlışlıkla ölçüsüz bir övgüyle konuşacaktır. Bugün İnsancıklar'ın Dostoyevski'nin en parlak romanları arasında yer almadığını hatırladığımızda ya da bu romanı esas olarak Dostoyevski'nin her şeyini merak ettiğimiz için bir daha okumayı düşündüğümüzde Belinski'nin şu övgüleri daha da tuhaf gelir bizlere:

"İki gündür kendimi bu kitaptan uzaklaştıramıyorum," der Belinski. "Yeni bir yazar, yeni bir yeteneğin kalemi bu; onu tanımıyorum, kimdir, neye benzer bilmiyorum, ama bu roman Rusya'da hayatın sırlarını öyle kahramanlarla veriyor ki bize, bundan önce hiçbir yazar bu kadarını düşlerinde bile göremezdi."

Oysa Belinski de İnsancıklar'ın arkasında kendisinin de hayranı olduğu Gogol (daha sonra Gogol'un karanlık mistisizmi ve Slavcılığı onu hayal kırıklığına uğratacaktır) olduğunu çok iyi biliyordu. Bize aynaların tekrarını hatırlatan daha da ilginç şey ise bu aşırı övgülerle onu elinden tutarak edebiyat dünyasına tanıtan, romanının yayımlanmasına önayak olan ve bir süre genç Dostoyevski'yi bir masal dünyasında adeta uçurarak yaşatan Belinski'nin hemen sonra, Dostoyevski asıl ilk önemli romanı olan Öteki'yi yazınca ona sırtını dönüp burun kıvırmasıdır. Bu aynı zamanda, bir anda ünlenen, edebi başarıdan yapılmış bir masal dünyasında görgüsüzlükler eden Dostoyevski'ye içerleyen kıskançlar takımının onun işini bitirmesi için de fırsat oldu. Petersburg edebi çevreleri başarısıyla artık açıkça gururlanan, bu mağrur, sonradan görme ve her şeyiyle saf yazardan intikamını çabuk aldılar. Dostoyevski de tıpkı Gogol gibi, gençliğinin sol-liberal eğilimlerine olgunluk ve yaşlılık yıllarında sırt çevirdi. Ama yirmi dört yaşında yakalayıp, tadını çıkarıp kısa bir süre sonra kaybettiği o parlaklığı, ünü ve ilgiyi Dostoyevski yeniden ancak yirmi yıl sonra bulabildi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder