Moskova

Moskova

31 Ekim 2015 Cumartesi

Lenin felç olmasaydı...


Osman Akdemir

Komünist Parti'nin 27 Mart 1922'de toplanan, altı gün süren XI. kongresinde Partinin ve Ekim Devrimi'nin lideri, Sovyetler Birliği'nin kurucusu Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin artık hasta bir adamdı. Elli iki yaşındaydı. Bir önceki yılın kış aylarından itibaren uykusuzluk çekiyordu. Şiddetli baş ağrıları vardı. Sık sık midesi bulanıyor, zaman zaman bayılıyordu. 

Kongrede asıl adı Josef Vissariyonoviç Cugaşvili olan Josef Stalin, Lenin'in önerisiyle Merkez Komitesi genel sekreterliğine atandı. Bu atama yapıldıktan bir hafta sonra Lenin'in en yüksek hükümet organı olan, ilk başkanlığını yaptığı Halk Komiserleri Kurulu'nun başkan vekilliği için Lev Troçki'yi önermesi her ne kadar Troçki bu teklifi bazı gerekçelerle geri çevirmiş olsa da kendisinden sonra yerine geçmesini umduğu isim için önemli ipucuydu. Bir taht kavgası için şartlar oluşmuş durumdaydı.   

Karın ağrıları ve kusma şikayetlerinin artması üzerine 26 Mayıs'ta Lenin'i muayene etmesi için davet edilen Dr.Rozanov'un dikkatini çeken, sindirim sistemiyle ilişkili şikayetlerden ziyade konuşmasındaki bozulma ve sağ koldaki, bacaktaki hafif güç kaybı oldu. Yirmi ay sonraki ölümün nedeni olacak felç ataklarının ilki buydu. Mümkün olduğu kadar az mesai yapacağı bir istirahat önerildi. Önceleri bir ölçüde iyileşme görüldü; hatta doktorlar Kremlin'deki mesaisine dönmesine izin verdiler. Ancak Aralık ayında bulantı, kusma, baş ağrıları ve uyku sorunları tekrarladı ve daha önce hafif şiddette olan sağ taraf güç kaybı aniden belirgin hale geldi. 

Bu, ikinci felç atağıydı. Bundan kısa bir süre sonra Stalin ile ilgili tereddütlerini ilk kez ifade ettiği kısa bir not yazdırdı: 

"Yoldaş Stalin'in elinde genel sekreter olmasıyla birlikte sınırsız güç var; ve bu gücün yeterince özenle nasıl kullanılacağını her zaman bilebileceğinden emin değilim."

Doktorları artık daha fazla istirahat etmesi gerektiği konusunda ısrar ediyorlardı. Gorki'deki evinde kalması, ziyaretçi kabul etmemesi, gelişmelerden haberdar edilmeyerek siyasetten uzak tutulması gerekiyordu. Ne var ki bunları uygulayabilmek zordu; düşüncelerini politikadan uzak tutabilmek imkansız gibiydi. Her gün bir kaç dakika da olsa bazı notlar yazdırmayı sürdürüyordu ki bunlar şüphesiz günlük siyasete dair görüşleriydi. Stalin'i ve pek çok kişiyi 30 Aralık tarihli notunda "tipik Rus bürokratları, haydutlar, şiddet düşkünleri" olarak nitelemişti. 

Ocak ayına gelindiğinde ise "Stalin çok kaba saba; bu belki biz komünistler arasındaki ilişkilerde bir miktar tolere edilebilir bir kusurdur. Ancak genel sekreterlik konumu için katlanılması güç hale geliyor. Bizim yoldaşlar Stalin'i o konumdan uzaklaştıracak bir yol bulmalı ve daha toleranslı, nazik, sadık, yoldaşlarına karşı anlayışlı ve daha az kaprisli kısacası onun tam zıddı özellikleri olan birisini bu göreve atamalılar," diye yazacaktı.  

Stalin'e muhalif sesler giderek yükseliyordu. Lenin hayatta kalabilse, hele iyileşebilseydi Stalin'in en azından siyasi hayatı sona erebilirdi.

Ancak aleyhine gelişen sıkışık, zorlu sürecin düğümü 9 Mart 1923'te bir bakıma çözülüverdi: Lenin üçüncü kez felç geçirdi. 

Sağ tarafı hiç tutmuyordu. İlk felcinden sonra sol elle yazmayı öğrenmişti; ancak şimdi sol el, kol ve bacaklarda da güç kaybı başlamıştı. En önemlisi, artık konuşamıyordu. Tedavisini üstlenmiş olan nöroloji uzmanı Profesör Kramer, günlüğüne Lenin'in bilincinin yerinde olduğunu, anlaşılamaz sesler çıkararak bir şeyler söyleyebilmeye gayret ettiğini yazmıştı. 

Tüm sorulara "vot-vot"* biçiminde bir sesi tekrarlayarak yanıt veriyordu. Eşi Nadejda Krupskaya üzerinde harflerin işlendiği bazı kartlarla ona "kongre", "halk", "devrim" gibi kelimeleri telaffuz etmeyi öğretmeye çalışıyordu. 

Bu dönemde Lenin, aralarında nörologların, psikiyatristlerin, Rossolimo, Strümpell, Bekhterev gibi ünlü profesörlerin bulunduğu 26 farklı uzman tarafından muayene edildi. Aylarca süren bu kritik dönem sonrasında Lenin yavaş yavaş iyileşmeye başladı.

Doktorları durumunun düzelebileceğine dair iyimser olmaya başladılar. 

Karamsar olma sırası, ölümüyle önü açılacak olan Stalin'de gibi görünüyordu.

Beklenmeyen sonun tarihi 21 Ocak 1924 olarak kayıtlara geçti. O sabah Lenin güne kendisini son zamanlarda olduğu gibi iyi hissederek başlamıştı. Ancak ilerleyen saatlerde iştahının kesildiği, bir şeyler yemek istemediği farkedildi. Yatağına uzandı. Gündüz saatlerini büyük ölçüde uyuyarak geçirdi. Akşam saat 18.00 civarında solunumu zorlaştı. Şiddetli kasılmalar gelişti. Saat 18.50'de hayata gözlerini yumdu. 

Zehirlenmiş olabilir miydi? 

Her ne kadar bu iddia akla yakın gelmiş olsa da bunu destekleyen güçlü deliller yoktu. Otopsi yapılmış, toksikoloji analizi eksik bırakılmış olsa da beyin dokusunda geçirilmiş krizlerin bulguları ve beyin damarlarında ileri derece damar sertliğinin yaygınlığı mükemmel biçimde rapor edilmişti. Kendisiyle aynı yaşta kaybedilen babasının durumuna bakıldığında erken damar sertliğinin aileden kalıtıldığı yorumu akla yakın görünüyordu. 

Değişmeyen gerçek şu ki hastalığı Lenin'in kendisinden sonra partisinin ve ülkesinin liderini belirlemede oynayacağı rolü engellemişti.

Gerek Stalin gerekse Troçki kendilerini davalarına adamış komünistlerdi. Ne var ki kişilik yapıları, felsefeleri, entelektüel seviyeleri bir hayli farklıydı. Hastalığının öncesinde Lenin, Stalin'i yönetimde önemli konumlara yükselmesini sağlayan liderdi. Ancak son yıllarında Stalin'den yana çekinceleri belirginleşmiş, halefi olarak Troçki'yi tercih edebileceğini hissettirmişti. 

Lenin'den sonra Stalin'in yerinde Troçki olsaydı dünya siyaseti ve batı dünyasının komünizmle ilişkisi nasıl bir seyir izlerdi? Bu sorunun yanıtı halen bir muamma olma özelliğini koruyor. 

Yine de tahmin etmek güç değil: Bazı şeyler farklı olurdu      

*Rusça'da vot "işte..."anlamına gelir..

Kaynaklar:
·Friedlander W.J.: About Three Old Men: An Inquiry Into How Cerebral Arteriosclerosis Has Altered World Politics: A neurologist's view. Stroke 1972;3: 467-73

·Teive et al.: Historical aphasia cases. "Tan-tan", "Vot-vot", and "Cr nom!". Arq Neuropsiquiatr 2011;69:555-8

Meraklısına notlar: Tolstoy’un Kazan bağlantıları

Kaynak: http://tatarturk.com/

KAZAN MUHTARI yazıyor:

Fotoğraf, Tolstoy’un Kazan Üniversitesi Şark Dilleri Fakültesine kabul için yazdığı ve üniversitenin müzesinde sergilenen başvuru dilekçesini gösteriyor. Kabul de almış nitekim, ama haylaz ve tembel bir öğrenci olarak Türkçe’nin de öğretildiği bölümdeki ilk yılında sınıfta kalmış.

Sınıfı tekrar etmemek için daha kolay olduğunu düşündüğü Hukuk Fakültesine geçmiş; 2 yıl pek de başarılı olamayarak hukuk tahsil etmiş; miras meselesi hallolunca da bırakmış eğitimi ve Yasnaya Polyana’daki aile çiftliğine yerleşmiş.

Neden Kazan’da okuduğunu merak ediyordum, öğrendim. Önce annesini sonra babasını kaybedince bir müddet halası ile yaşamış; o da ölünce Kazan’da ikamet eden diğer bir halasının yanına yerleşmek zorunda kalmış kardeşleriyle. Diğer iki ağabeyi de 210 yıllık tarihi olan Kazan Üniversitesinin Matematik Bölümü mezunları.

Kazan’la bağlantı bununla sınırlı değil. Büyük dedelerden biri Kazan Gubernatörlüğü (Valiliği) yapmış ve bilahare yolsuzluk iddiasıyla görevden alınmış.

Kazan Tolstoy için başka açılardan da özel, mesela “ilk şarabı” da burada içmiş. İdil-Ural ile ilintili bir başka husus Tolstoy’un Başkurt göçebeleriyle samimi ilişkileri ve yaz aylarında Samara steplerinde “kımız terapisi” yapması.

Tolstoylar’ın ilginç Türkiye bağlantıları da var. Ailenin büyüklerinden Pyotr Tolstoy Rus Çarlığı’nın ilk İstanbul Sefiri. Lale Devrinde görev yapmış; dönemin uygulaması uyarınca mesaisinin bir bölümünü savaş zamanlarında Yedikule Zindanlarında geçirmiş. Ailenin armasında bu sebeple Yedikule’nin silueti var.

Tolstoy’un manevi arayışları çerçevesinde Türk esirlerinin tutulduğu kampları ziyaret ederek onlara sorular sorması, Peygamberimize hürmetle yaklaşması, kurumsal Hıristiyanlığa getirdiği bazı eleştirilerin İslamiyetin bakış açısına yakın olması, Çarlığın Panslavizm politikalarını eleştirmesi onu bizler için daha da özel kılıyor belki. Ancak bu ilgi ve teveccühü herhangi bir delil yokken Tolstoy’un Müslüman olduğunu iddia etme boyutuna vardırmak doğru olmaz. Zira Tolstoy İslamiyet kadar Budizm başta olmak üzere tüm dinleri incelemiş, Hıristiyanlık içi bazı nevzuhur akımlara yakınlık duymuş, aslında kendisi de benzer bir cereyanın fikir babalığını yapmış.

Moskova Patrikhanesi tarafından aforoz edilmesi değil ama ölümünün üzerinden 100 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen Kilise’nin kininin sürmesi şaşırtıcı. 2010’da ölümünün 100. yılındaki anma törenleri belki de bu sebepten fazla görkemli geçmemişti.

Önümüzdeki günlerde yolu Kazan’a düşenler Kazan Federal Üniversitesi’nin müzesine uğrasınlar. Tolstoy’un yanı sıra yine onun gibi üniversiteden mezun olamayan Lenin hakkında daha da bilgilensinler. Atılan öğrencileri Tolstoy ve Lenin olan eğitim kurumunun önemli mezunlarını da bu vesileyle tanıyabilirsiniz.

Rusya'da yabancıları şaşırtan 10 şey

Kaynak: http://www.turkrus.com/

Rusya'da yaşayan veya kısa süreliğine gelmiş olan yabancılar, kendilerininkine göre farklı bir kültürde bulunmalarından ötürü ilgi çekici birçok farklı alışkanlık veya eşya ile karşılaşabiliyor. Sputnik News'in derlemesine göre bu ülkede Ruslar için normal, ama "inatsrainets"leri en çok şaşırtan ilk 10 şey (ki bazıları Türkiye'ye hiç yabancı değil) şöyle:

1. Metrodaki bilet turnikeleri: 
Metroya parasız binmeye kalkışacaklara karşı turnikede çok çeşitli önlemler var. Eğer bilet okutmadan geçerseniz yumruk atma benzeri bir mekanizma barsaklarınızı yokluyor. Hatta yeni metro istasyonlarında, turnikelerin üzerine piramit şeklinde fiziki engeller de konmuş durumda.

2. Harika yeşil: 
Batılı doktorlar Rusya dışında bir çocuğun vücudunun çeşitli yerlerindeki gizemli küçük yeşil noktaları gördüğünde, onun bir Rus çocuğu olduğunu artık öğrendi. Batılılar bu çözeltinin vücudu tahriş ettiğini söylüyor ancak Rusya bunlara kulak tıkıyor. Eczanelerde küçük şişelerde satılan bu çözelti kesiklere, sıyrıklara, yaralara sürülüyor ve hemen hemen her evde bulunduruluyor.

3. İçe açılan dış kapılar: 
Artık terk ediliyor olsa da, hakkında rivayetler yoğun. Efsaneye göre SSCB döneminde KGB baskınında dışarıdan kapı engelini aşmak kolay olsun diye böyle emredilmiş! Bir diğer rivayet, kırsal kesimde hayat kurtarma gerekçesi. Dışarısı kar ile dolmuşsa, kapı dışa doğru açılamayacağı için, içe açılır yapılmış. Evlerde artık kolay yangın çıkışı için, dış kapılar dışa açılıyor. Türkiye'de de dairelerin dış kapıları genellikle içe açılsa da bu, Batılılar için şaşırtıcı bir durum.

4. Greçka (karabuğday): 
Kullanımı çok yaygın, yuvarlak taneli bir tahıl. Basitçe haşlanarak servis edilen pilava benzer yemeği, et yemeklerine eşlik etmesinden kahvaltıya kadar yaygın bir kullanıma sahip.

5. Aktif karbon: 
Akşamdan mı kaldınız veya gıda zehirlenmesi mi hissediyorsunuz? Sorun yok birkaç kömür tableti yutun. Simsiyah bu "kömür" tabletleri eczanelerde satılıyor. Aktif karbon bütün dünyada, bünyedeki bazı zararlıları, toksinleri emici madde olarak biliniyor. Beyaz veya pembe kapsüller halinde yutuluyor; kapsül midede eriyor ve karbon orada ortaya çıkıyor. Rusya'da ise bu tedavi, doğrudan kömür görünümlü, simsiyah tabletler yoluyla uygulanıyor.

6. Beryoza ağacı suyu: 
Mutlaka denemelisiniz. Huş ağacı, veya Türkiye'de yer yer kara kavak da denen, Rusya'da çok yaygın olan ağaçtan doğrudan doğruya elde ediliyor. Egzotik, lezzetli bir içecek.

7. Turşu suyu: 
Bir diğer "stratejik olarak önemli" içecek. Yine akşamdan kalma durumlarda daha çok içiliyor. Ama yabancılar hala anlayabilmiş değil. Bazı batılılar bunu basit bir tuzlu su gibi görüyor, hatta Rusların "tuzlu suyu, turşu suyunu," inşa edilecek boru hatları yoluyla ihraç edebilecekleri şakasını yapıyor.

8. Metal kulplu cam çay bardağı: 
SSCB döneminin klasiklerinden biri. Su bardağı boyutundaki narin incecik bu cam bardakların, içine çay konduğunda eli yakmaması için, dışında metal bir kılıfı ve kulpu bulunuyor. Çayın dökülmeye karşı uzun süre elde tutulabilmesini sağladığı için, trenlerde hala yaygın.

9. Ayçekirdeği: 
Ülkede 200 yıldır biliniyor. Kültürün önemli bir parçası. Yabancılar bu çekirdeklerin ağza neden götürüldüğünü anlamasa bile Ruslar bunu adeta bir meditasyon gibi yapıyor.

10. Eski yeni yıl: 
Ülkenin eskiden kullandığı, yaklaşık 100 yıl önce bıraktığı takvime göre bugün hala kutladığı yeni yıl. Yeni takvimin yeni yılından, yani hepimizin kutladığı 1 Ocak'tan sonra geliyor. Rusya'da daha önce geçerli olan Jülyen takviminin yılbaşı. Yeni Gregoryan takvimde, 14 Ocağa rastlıyor. SSCB 1918'de Gregoryan takvimi benimsedi. Ama Kilise hala eski takvimi kullanıyor. Bu nedenle her iki takvimin yılbaşı da kutlanıyor.

Rus kadın kozmonotlar Ay yolculuğuna hazırlanıyor

Kaynak:  http://tr.sputniknews.com/
  
Altı Rus genç kadın, Rusya Bilimler Akademisi Biyomedikal Hastalıklar Enstitüsü'nün desteğiyle gerçekleştirilecek Luna 2015 adlı deneyine başladı.

Kozmonotlar, Ay'a yapacakları 8 günlük sanal yolculuk boyunca dar bir kapsülde yaşayacak.

Altı Rus kadın kozmonot, sekiz gün boyunca Ay koşullarının simüle edileceği dar bir kapsülde kalacak. Deneyde sekiz günlük uçuşun kadın vücudu üzerindeki psikolojik ve fizyolojik etkilerini gözlemlenecek.

29 Ekim 2015 Perşembe

Şaşırtan "klasik" hesaplar: Gogol'ün paltosu bugün kaç para ederdi?

Kaynak: http://www.turkrus.com/  

Rus edebiyatının klasikleşmiş eserlerinde anlatılan bazı nesnelerin, hikaye edilen döneme ait bir parasal değeri var. Ancak bu değerin bugünkü karşılığını hiç merak ettiniz mi? Raskolnikov'un yaşlı tefeciden çaldığı rubleler bugün kaç dolara karşılık geliyor? Dostoyevski'den Tolstoy'a ve Puşkin'e kadar bir Rus üstadın eserlerindeki nesnelerden seçmeler şöyle:

Palto/ Nikolay Gogol
Katip Akaki Başmaçkin'in kışlık yeni bir paltoya ihtiyacı vardır ve para biriktirebilmek için çay içme alışkanlığını bırakır, çamaşırlarını çamaşırcı kadına daha seyrek vermeye başlar. Paltosu, giydiği ilk gün, haydutlar tarafından çalınır. Hırsızlar yakalanamaz. Başmaçkin eski döküntü paltosunu giymek zorunda kalır, soğuk algınlığına yakalanır ve birkaç gün sonra ölür.

İyi bir paltonun 19'uncu yüzyıldaki değeri, bugünkü parayla, 10.000 dolar

Suç ve Ceza/Fyodor Dostoyevski
Yoksul, "ebedi öğrenci" Raskolnikov yaşlı bir tefeciden borç alır. Bir süre sonra onu bir baltayla öldürerek 320 bin rublesini çalar. Ama polise yakalanacağı korkusuyla parayı saklar ve romanın geri kalan kısmında da pişmanlık altında eziyet çeker.

Raskolnikov'un çaldığı paranın bugünkü karşılığı, 4670 dolar

Savaş ve Barış / Lev Tolstoy

Nataşa Rostova'nın kardeşi Nikolay kumar oynar ve bugünkü parayla 70 milyon ruble kaybeder. Zengin aristokratlar için bile büyük bir paradır. Nikolay'ın, eski bir devlet görevlisi olan gururlu babası, kumar borcu sorununu çözmek zorundadır.

Genç subayın kumarda kaybettiği para 1 milyon dolar

Maça Kızı/Aleksandr Puşkin
Bir Alman erkeğe, bir kontesten söz edilir. Kontes, bir kumar oyuncusuna inanılmaz bir servet kazandırabilecek bir oyun kartı sıralaması bilmektedir. Alman, gece kontesin yatak odasına sızar. Kontes kalp krizinden ölür. Ama onun hayaleti bu takıntılı adama kart sıralamasını söyler: "üç, yedi, as". Alman oyuna gider, kartlar gösterildiğinde as, kontesin göz kırpan yüzüne sahip bir maça kızına dönüşür.

Gizli kart hilesinin kazandıracağı paranın bugünkü değeri: 40 milyon dolar

(RBTH.com)

28 Ekim 2015 Çarşamba

Sovyetler Birliği döneminin efsane filmlerinden “Beyaz Çöl Güneşi”

Kaynak: http://www.turkrus.com/

Bugün de hala ilgiyle defalarca izlenen “Beyaz Çöl Güneşi” filmi ile ilgili wikipedia’daki tanıtım yazısı şöyle:

Beyaz Çöl Güneşi (Beloe Solnitse Pustıni / Белое солнце пустыни) (1969), Sovyet filmi. Film Sovyetler Birliği'nin en popüler ve kült sinema yapıtlarından biridir. 

Güldürü, savaş ve drama başarılı bir şekilde harmanlanmıştır.

Yönetmen Vladimir Motyl doğu ve batı kültürünü filmde eritmeyi başarmış ve ortaya gerçekten kült bir yapıt çıkmıştır. Daha önce bu tür film çekmeye Tarkovski ve birçok yönetmen niyetlenmiş ancak vazgeçmişlerdir. Motyl bunun iki nedeni olduğunu söyler; birincisi bu tür batı, kovboy tarzı filmlerde ancak Amerikan oyuncuların başarılı olabileceği kanısı, ikinci olarak da uygun bir senaryonun yaratılamamış olmasıdır.

Sonraki yıllarda senaryo aynı isimle kitap halinde yayınlamıştır. Aynı zamanda filmin konu edildiği bir bilgisayar oyunu da yapılmıştır. 1998 yılında film Rusya Federasyonu tarafından ödüllendirilmiş ve 30 yıl sonra tekrar gümüş perdede gösterilmiştir.

Sovyet döneminde, filmin uzaya gönderilecek kozmonatlara uzaya gitmeden önce izlettirilmesi bir gelenek haline gelmiştir.

Filmin konusu:

Film bugünkü Türkmenistan'ın Hazar Denizi kıyılarında Ekim Devrimi sonrasında iç savaş yıllarında geçmektedir.

Sukhov terhis olmuş bir Kızıl Ordu askeridir. Yıllar süren hasretten sonra rüyalarından çıkmayan karısına, evine doğru yola koyulmuştur. Filmde zaman zaman karısı ile konuşmakta, hayaller kurmaktadır. Sukhov eve yolculuğu sırasında çölde boğazına kadar kuma gömülmüş olan Seyid ile karşılaşır ve onu kurtarır. Seyid ona olan hayat borcunu ödemek için Sukhov'u takip etmeye başlar. Bu arada bölgede çetecilik yapan ve Beyaz Ordu ile beraber çalışan çeteci Abdullah'ı yakalamaya çalışan başka bir küçük bir Kızıl Ordu birliği ile karşılaşır. Abdullah kaçmış ve haremini geride bırakmıştır. Harem birliğin hareket kabiliyetini zayıflattığı için emniyetli bir yerde bırakmak üzere Sukhov'a emanet edilir. Bu emrivaki görev için Sukhov'a yardımcı olarak bir de genç asker verilir. Sukhov kadınlarla beraber tekrar yollara düşer ve Hazar kıyısında bir müzeye gelir ve konaklarlar. Burada Abdullah'ın adamları Sukhov'u öldürmek isterler. Ancak Seyid'in de yardımı ile Sukhov bunları öldürür. Müzede Çarlık Rusyası'ndan kalma bir memur da bulunmaktadır. Memur devrimden sonra hiçbir önemi kalmadığından şikayet ederek, etliye sütlüye karışmadan içerek ve şarkı söyleyerek vakit geçirmektedir. Sukhov'la arkadaş olurlar. Bu arada haremdeki kadınlar Sukhov'u yeni kocaları olarak kabul ederler ve sadece onun yanında yüzlerini açarlar. Sukhov onlara Sosyalizmin geldiğini ve artık özgür olduklarını atlatsa da kadınlar onu dinlemek istemezler. Abdullah müzeye baskın yapar ve kadınları kendilerine sadık kalmadıkları için öldürmek ister. Sukhov onu yakalar ancak Abdullah Gülçitay'ı kandırarak tekrar kaçar. Gülçitay'ı ve kendisine aşık olan genç askeri öldürür. Sukhov ile Abdullah arasında çatışma çıkar. Seyid gene ortaya çıkar ve onun da yardımı ile çeteyi yok ederler.





Filmde, film müziklerinde de geçen birçok söylem Sovyet günlük hayatına yerleşmiştir.

Filmde geçen ve günlük dile yerleşen deyişler

Doğu, ince mesele (Восток — дело тонкое); Doğu hakkında bahsederken kullanılmaktadır. Doğu anlamak zordur anlamındadır.

"Gümrüğe göre tamam" ("Таможня дает добро!"); Bir fikirin kabul edildiği durumlarda söylenmektedir.

"Sistemleri (silahları) farklı" ("Гранаты у него не той системы"); Bir mücadelede kayıp eden kişi tarafından mazeret olarak söylenir.

"Gülçitay aç yüzünü!" (Гюльчетай, открой личико!) Yüzü bir şekilde (örn:battaniye altındaki) kapalı olan ve doğulu yüzü kapalı kadınlara söylenir.

"Ateş ediyorlardı!" (Стреляли!); Filmde Sukhov bir çatışmaya girdiği anda Seyid yardım için orada belirmektedir. Sukhov'un "Sen de nereden çıktın?" sorusuna. "Ateş ediliyordu, merak ettim geldim." biçimindeki cevabından türemiştir. Birine yardım etmeye gidildiğinde söylenmesi adet olunmuştur.

Başlıca karakterler

Anatoly Kuznetsov (Анатолий Кузнецов, Sukhov)
Raisa Kurkina (Раиса Куркина, Sukhov'un karısı)
Spartak Mishulin (Спартак Мишулин, Seyid)
Pavel Luspekaev (Vereshchagin (Çarlık memuru)
Kakhi Kavsadze (Кахи Кавсадзе, Abdullah)
Tatiana Fedotova (Gülçitay)
Nikolai Godovikov (Николай Годовиков, Petrukha)

Unutulmaz liste: Dünyada ilk kez SSCB'nin halka sağladığı 12 önemli hak



Sovyetler Birliği'nin kuruluşu döneminden itibaren ülke liderleri halka çeşitli haklar verdi. Batı'da bunların bir bölümü, SSCB'den sonra uygulandı, bazıları uygulanmadı. English Russia'nın, tarihçilerin çalışmalarına dayanarak yaptığı derlemeye göre dünyada ilk kez SSCB tarafından halka verilen "12 harika hak" şöyle:

1. SSCB, insanlık tarihinde günde 8 saatlik mesaiyi sağlayan ilk ülkedir.

2. Herkese yılda 1 ay tatil izni verilmesi, diğer bir ilktir.

3. Sendikadan onay alınmadan işçi işten atılamaz.

4. Devlet üniversite öğrencisine, "diplomasını aldıktan sonra iş" garantisi verir.

5. Giriş sınavını vermek, uygun lise notları karşılığında, istediği üniversitede ücretsiz okuma hakkı

6. İhtiyacı olan herkesin çocuğu için ücretsiz okul öncesi ve kreş hakkı

7. Dünyada ücretsiz profesyonel sağlık hizmeti ilk kez Sovyet vatandaşlarına tanınmıştır. Her zaman, her yerde ve kesinlikle ücretsiz, sınırsız. Şu anki Rusya'da bile sistem devam etmektedir.

8. Her Sovyet yurttaşı müdürüne giderek istediği tatil beldesine yılda bir kez gidiş talep edebilirdi.

9. Her Sovyet yurttaşının bir apartman dairesi sahip olma hakkı vardı. Evet, biraz uzun bekleme sıraları vardı; ancak sonunda alınıyordu. Dünyada ilk. Bu sayede Rusya'da birçok kişi bugün ev sahibidir.

10. Her Sovyet yurttaşı, işi ile evi arasında ücretsiz ulaşım hakkına sahipti, dünyada ilk.

11. Her yeni anne olmuş yurttaş, 3 yıl doğum iznine ayrılabiliyordu. İzninde bir süre tam ücret, sonrasında da bir süre refah yardımı alıyordu.

12. Anneye bebeği için ilk üç yıl boyunca ücretsiz süt veriliyordu. Süt mutfakları adı verilen süt ağı noktasına gidiliyor ve ücretsiz alınıyordu.

27 Ekim 2015 Salı

Vladivostok


Vladivostok (Владивосто́к) Rusya'nın Primorski Krayı'nın merkezi olan bir şehirdir.

Şehir Altın Boynuz'un ucunda Çin ve Kuzey Kore sınırları yakınlarında yer almaktadır.

Yüzölçümü 560 km² olan şehrin nüfusu 2010 itibarı ile 44,173'tür.

Vladivostok, Rus Uzak Doğusu'nun en büyük kentidir. Şehir Rus Donanması'nın Pasifik Filosu'nun ana üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Şehir altı üniversitesiyle bir eğitim merkezidir.

Vladivostok 2 Temmuz 1860 tarihinde kurulmuştur. 22 Nisan 1880 tarihinde şehir statüsü almıştır.

Vladivostok'un en büyük ekonomik faaliyetleri nakliyatbalıkçılık ve donanma üssüyle ilgili faaliyetlerdir. Şehrin bir diğer önemli ekonomik faaliyeti ise çok önemli bir işveren ve şehrin önemli bir gelir kaynağı olan ikinci el Japon otomobil ithalatıdır.

Vladivostok'a Moskova'ya bağlayan Transsibirya demiryolu ile Vladivostok Uluslararası Havalimanı hizmet vermektedir. Şehirde ayrıca tramvay ve troleybüs hizmeti bulunmaktadır.

Kaynak: Wikipedia

26 Ekim 2015 Pazartesi

Biz nerede yanlış yaptık?..


Kaynak: turkrus.com/   

Rusya bizim “ikinci memleketimiz”... Ekmeğimizi kazandığımız, sadece işimizi değil, kimilerimize eşimizi armağan eden cömert ülke... Rusya’da daimi yaşayan Türk vatandaşlarının kesin sayısı bilinmemekle birlikte krizden önceki iyi zamanlarda “sadece Moskova’da en az 25 bin, ülke çapında belki 30 binden fazla” diye tahmin yürütülüyordu.... Peki Rusya’da yaşayan Türklerin en çok yaptıkları hatalar neler? Eksiklerimiz neler? Moskova'da yayınladığımız Kompas-Pusula dergisinin son sayısı için düşündük, taşındık ve bir liste çıkardık. Bakalım bize katılacak mısınız?

1- Maalesef zaman zaman Rusya’da Türk vatandaşlarının başına gelen adli vakalar haber konusu oluyor. Çoğu kez bu vatandaşlarımızın izini sürmek çok zor oluyor. Çünkü burada daimi olarak ikamet eden vatandaşlarımızın hepsi, konsolosluklarda kayıt yaptırmıyor. Bunu ihmal ediyor. Oysa herkesin en yakın konsolosluğa kayıt yaptırması, koordinatlarını bırakması, kendi güvenlikleri için hayati önem taşıyor...

2- Rusya’ya gelenlerin çoğu “En fazla üç beş sene kalıp döneceğim” diye düşünüyor ve uygun zamanda ev sahibi olabilecekleri fırsatları harcıyor. Yüksek fiyatlardan daire kiralıyor. Sonra fırsatlar çıkıyor, işler bitmiyor aksine büyüyor, “klasik bir şekilde” Rusya’da kalış süresi uzadıkça uzuyor ve “daimi ikamete” dönüşüyor. Bir de geriye dönüp bakıyorsunuz ki, “bir dair parasını” kira olarak çöpe atmışsınız. Mesela şu an kriz ortamında fiyatlar müthiş düştüğü için imkanı olanlar için ev sahibi olmanın en ideal zamanı! 

3- Rusya’da yaşayan ve buradan evlenenlerin çoğu, çoğu kez zaman yokluğundan, bazen tembellikten, çocuklarıyla Rusça konuşma kolaylığına düşüyorlar. İki dilli, iki kültürlü olmanın zenginliğini yaşayabilecek çocuklar Rusya’da Türkçeyi yeterince öğrenemeden büyüyor. Oysa en çok sebat edilecek iş, ana dilleri haliyle Rusça olan çocuklara Türkçeyi de öğretmemiz.

4- İnsan yabancı bir ülkede yaşarken “yabancı olduğunu” asla unutmamalı. Son tahlilde “misafir” olduğunu da... Ama bazılarımız burada yaşarken bunu sık sık unutuyor. İnsanın yaşadığı, ekmek yediği ülkeye nobran eleştiriler yapması ne kadar doğru? Oysa herkes gibi Ruslar da bu konuda titiz. Dünyanın hiç bir yerinde insanlar bir yabancının ülkesini acımasızca eleştirmesini hoş karşılamaz. Hatta sonunda “Zorla tutan mı var?" bile der. Yaşadığımız ülkeye, insanına, düzenine, kültürüne saygı duymamız şart.

5- Rusya özellikle 90’ların başından itibaren sahip olduğu olağanüstü fırsatlarla kimileri için “kolay para kazanılan” bir ülke oldu. “Yükselen ekonomi”de hayalinde göremediği zirvelere çıkanlar az değildi. Ancak kimileri bu trendi fazla önemsemeyip “kerameti” sadece kendinden bildi.  Kazandığını kolay kaybedenler az değil. Oysa bugünün bir de yarını var!

6- Rusya’da ekonomik olarak “zenginleşen” her yabancı, yaşadıkları ülkenin “paha biçilmez” zenginliklerinden yeterince istifade etmedi ya da edemedi. Kimileri, yüksek yaşam standartlarına çıkacak paralar kazansalar bile  yaşam kalitelerini yükseltmekte o kadar başarılı olamadı. Belki de iş-güç yoğunluğundan, istese de fırsat bulamadı. Kremlin Sarayı’ndan Puşkin Müzesine, Ermitaj Müzesi’nden  Bolşoy Tiyatro’ya... Rusya kültürün, sanatın muazzam ülkesi... İşe güce dalarken, etrafımızdaki bu güzelliklerden de daha fazla istifade etmek farz...

7- Rusya’da yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu, “gelip geçici” olduğunu düşünerek bu ülkede yasal hakları olan statüleri elde etme işini de ağırdan aldı.... Hatta Rus eşleri olanlar bile... Geçici ya da daimi oturma izinleri, hatta vatandaşlık pek çok Türk için “hak” olmasına rağmen hala vize ile yaşamaya devam edenler çoğunlukta. Oysa yaşadığımız, ekmek yediğimiz ülkeyi sahiplenmek, ayağımızı bu topraklara daha sağlam basmak için Rusya’da devletin sağladığı imkanlardan yararlanmak lazım. Bürokrasi yorsa bile! 

8- Türk-Rus karma aileler için zaten sorun yok. Ama iş icabı Rusya’da belli sürelerle kalan Türklerin çocuklarının bu ülkeden Rusçayı çok iyi öğrenerek gitmeleri en büyük kazanımları olabilir. Bunu pek çok aile ihmal etti, ediyor. Oysa Rus kreşlerinden ilkokullarına kadar, ücretsiz eğitim kurumlarından daha fazla istifade etmek ve çocuklarının geleceğine anlamlı bir zenginlik katmak mümkün... Rusya-Türkiye bağları her zaman güçlü olacak, Rusça bilen Türk çocuklar yarışa birkaç adım önde başlayacak.  

9- Sadece çocukları mı? Rusça için yetişkinlerin de daha fazla gayret etmesi farz. Kabul etmek gerekir ki Rusça çok zor bir dil... Zaten iş hayatında yoğun mesai yaparken dile konsantre olmaya zaman kalmıyor belki... Ama bu ülkede belki 10 yıldır yaşayıp hala bir restoranda Rusça sipariş verecek kadar Rusça öğrenmeyen ne kadar çok Türk var... Burada yaşarken dil öğrenmek, bir insanın kendine yapabileceği en büyük iyilik. Rusça zor da olsa, bu yolda daha fazla çaba göstermemiz şart.

10- Belki çoğunluk için öyle değil, ama kimi Türklerin Rusya’da “akvaryumda yaşar gibi” yaşadığı söylenebilir. Evde sadece Türk TV’leri izleyip, ofiste sabah akşam “iç politika” tartışıp, Türkiye’den taşıdıkları zeytin, peynirle “izole hayat” yaşayanlara “sarı kart” gösteriyoruz! Türkiye vatanımız, memleketimiz, canımız ama Rusya’da yaşıyoruz ve bulunduğumuz dünyayla daha yakın ilişki kurmamız lazım. Daha çok Rus filmi izleyin, çocuklarınızla birlikte Rus çizgi filmlerine de takılın, diliniz de gelişir, ufkunuz da. Ve bu eleştirileri okurken de alınmayın, kırılmayın; “dost acı söyler” diye algılayın. Sonuçta yıllardır Rusya’da pek çok başarı öyküsünü yazan bizleriz ve istiyoruz ki “kendimiz ve ailemiz için de daha iyisini” yapalım. 

Kremlin yıldızları hakkında bilmediğiniz 9 gerçek


Kaynak: http://www.moskovalife.ru/

1. Kremlin’in 4 kulesinin zirvesinde 1930’lara kadar çift başlı kartal bulunuyordu. İgor Grabarya başkanlığındaki restorasyon ekibi, devrim öncesi bu amblemlerin hiçbir tarihsel değeri olmadığı ve değiştirilebileceği sonucuna vardı.

2. 23 Ağustos 1935’te çift başlı kartallar, yıldızlarla değiştirildi. Çift başlı kartallar eritildi ve sadece fotoğrafları kaldı.

3. Yıldızların dizaynını belirlemek üzere iki kez deneme yapıldı. Stalin, Yevgeni Lansere’ye ait ilk tasarımı beğenmedi ve bu sanatçı projeden uzaklaştırıldı.

4. Kırmızı bakır yapılar, parlatılmış 7000 topaz ve mor kuvars ile bezendi. Yıldızların güneş altında doğaüstü bir şekilde parladığı söylenir.

5. Her bir Kremlin yıldızı 1 tondur. Bulundukları kulelerde, ağırlıklarıyla çökme tehlikesi yaratacakları için, kuleler güçlendirilmiştir.

6. Yıldızlar kulelerde 2 yıl kaldı. Zamanla, yağışlardan dolayı karardılar ve değiştirildiler.

7. Yeni 5 yıldız (beşincisi Vodovzvodnaya Kulesi üzerinde) Bolşoy Tiyatro’nun şef sanatçısı Fyodor Fyodorovski tarafından yaratıldı. Yeni yıldızların daha orantılı olduğunu, eskilerinin biçimsiz olduğunu öne sürmüştü.

8. Spasskaya ve Nikolskaya kuleleri üzerindekiler en büyükleri. Her biri 3,75 metre boyunda. Farklı yüksekliklere kondukları için, aynı görünmeleri açısından, farklı boyutlarda yapıldılar. Güçlü biçimde parlamaları için yakut camından yapıldılar.

9. Yıldızlar tarihte iki kez parlamadı. Birincisi, 1941-1945 arasında, İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanmaması için Kremlin bütünüyle kamufle edildiğinde. İkincisi ise Oscar ödüllü yönetmen Nikita Mikhalkov, Sibirya Berberi filminin bir sahnesini Kremlin’de çekerken.


(rbth.com)

Tarih, yaşam, kültür… Moskova metrosunu “bilerek” gezin



1935 yılından beri Moskova’nın hayatında “olmazsa olmaz”dır Metro… 197 istasyonlu Metromuz yılda 9 milyondan fazla yolcu taşır. Elbette Moskova’ya yolu düşenlerin muhakkak görmesi gereken adres de Metrodur. Çünkü Metro Moskova’da sadece bir toplu taşıma aracı değildir: Müzedir, hayatın nabzının attığı yerdir, memleketimden insan manzaraları izleyeceğini podyumdur.

Biz zaman zaman “dışarıdan gözlerin bakışı” ile Moskova’ya anlatmaya özen gösteriyoruz. Bu kez de dahacokgezsek.com  sitesinde turistlere Metroyu anlatan bir yazıyı beğendik ve sizinle paylaşmak istedik. Tek tek önemli istasyonlar anlatılıyor:

Moskova Metrosu

Yer üstünde gezdiğiniz Moskova kadar bir de yeraltında gezeceğiniz kısmı olan Moskova Metrosu, başlı başına bir gezi güzergahı oluşturuyor.

Dünyanın en eski ve en büyük metro ağlarından birine sahip olan bu görkemli ve eşsiz yeraltı şehrinin içi; çok güzel resimler ve canlandırmalar bulunan sanat galerilerine dönüştürülmüş.

İçerideki kaos, metro gürültüsü ve trene yetişmeye çalışan insan kalabalığının arasında kendinizi; renkler, resimler, avizeler, ve duvar süsleri detaylarını incelerken şaşkınlık içinde bulacaksınız.

Aldığınız bir biletle, istediğiniz durağı gezdikten sonra metrodan dışarıya çıkmadan diğerine geçebilirsiniz ve bu şekilde istediğiniz kadar durak gezebilirsiniz. Büyüklük bakımından dünyada ki birçok metroyla karşılaştırılsa bile, içeride ki güzellik ve sanat anlayışı sayesinde Dünya’nın en güzel metrosu olarak kabul edilmektedir Moskova Metrosu.

İlk başta bir kaç hatalı binmeden sonra metro ağı sistemini kolaylıkla çözeceksiniz. Bizim en çok dikkatimizi çeken şey metro o kadar derine yapılmış ki metroya ulaşmak için yada metrodan çıkmak için kullandığınız yürüyen merdivenlerin gerçekten dik açıyla duracak kadar eğimli oluşuydu . Alttan baktığınızda merdivenin üst sıralarında ki insanlar o kadar eğri görünüyor ki her an patır patır üzerinize dökülecekmiş hissine kapılıyorsunuz.

İçeride inanılmaz bir hız ve hareket var. Ortalama 90 saniye de bir yeni bir tren geliyor ve içeride ki tarif edilmez kalabalık hiç bitmiyor. Kaybolduğunuzu hissettiğinizde anons yapan sesi dinlemek size küçükte olsa bir ipucu verecektir.

Çünkü Eğer anonsu yapan kişi erkek ise metro hattı şehir merkezine doğru yol alıyor anlamına geliyor eğer anonsu yapan kişi kadın ise trenin merkezden uzaklaştığı anlamına geliyormuş. Bu olgu Ruslarda işe çalışmaya giden baba ve eve dönülen anne döngüsünden çıkmış.

Ayrıca Metro Savaş zamanında sığınak olarak ta kullanılmış. Neredeyse tüm Moskova halkını içine alabilecek kadar büyük bir ağa sahip. Ortalama 200 durağın hepsi sanat galerisi görüntüsünde ama içlerinden mutlaka gezmeniz gerekenleri size sıralayacağım.

KOMSOMOLSKAYA
1 NOLU Kırmızı Hat üzerinde bulunmaktadır. Benim en sevdiğim renk olan Limon Sarısı duvarlar ve Beyaz duvar oymalarının muhteşem bütünlüğü gerçekten sizi çok etkileyecek. Barok tarzda döşenmiş olan mimari özellikleriyle ve en önemlisi gözünüzü alamayacağınız kadar güzel görünen avizeleriyle benim için en güzel istasyonlardan birisiydi burası. Savaş ve Barışın konu alındığı mozaikler ve betimlemelerle karşılaşacaksınız. Bu istasyonun mimarları Stalin ödülüne layık bulunmuş.

KROPOTSKİNSKAYA
1935 yılında açılan 1 NOLU Hat üzerinde bulunan bu istasyon: 10 taraflı sütunların üzerinde gizlenmiş lambalar sütunları aydınlatacak şekilde yerleştirilmiş. Duvarlar ve tavanların bir kısmında beyaz mermerler bulunmaktadır. Ayrıca yerler siyah ve pembe granitlerle kaplanmıştır. İstasyonun tasarımı Paris (1937) ve Brüksel (1958) ‘de yapılan yarışmalarda iki Grand Prix ödülü kazandı. 1941 yılında tasarımcıları ve mühendisleri de mimarlık ve inşaat için SSCB’nin Stalin ödülüne layık bulundu.

PARK KULTURY
1 NOLU hatta geri binip Yugo Zapadnaya yönüne doğru gitmelisiniz. 1935 yılında açılan İstasyon, Sarı ve Kahverengi mermer sütunlar ile beyaz duvar süslerine sahiptir. Salonun sonunda Maxim Gorky’i gösteren bir mozaik paneli vardır.

NOVOSLOBOSKAYA
En güzel istasyonlardan biri olan bu metro hattı 5 numaralı Kahverengi(çember şeklinde olan ) Kolsevaya hattının üzerindedir. Tasarımı Pavel Kolin tarafından yapılmıştır. 1952 yılında açılan bu durak kır manzaralı ve Barış temalı mozaik ve vitraylar ile süslenmiş.

NOVOKUZNETSKAYA
1943 yılında açılan 2 no.lu hat üzerinde bulunan bu istasyon savaşı, savaşan askerleri ve Kızıl Ordu’yu tasvir eden mermer paneller ve mozaiklerle süslenmiştir. Bronzdan yapılan sokak lambasına benzeyen lambalar tavanda bulunan desenli panelleri aydınlatmaktadır.

MAYAKOVSKAYA
1938 yılında açılan bu istasyon adını Sovyet şair Vladimir Mayakovskiden almış. Ülkenin 1 günün anlatıldığı bu istasyon 2 no.lu yeşil hat üzerinde bulunmaktadır.

PROSPEKT MİRA
1958 yılında açılan durak 6 no.lu turuncu hat üzerinde bulunmaktadır. Tavanlardaki beyaz mermerler keskin kenarlı kornişlerle kesilmiş ve şekillendirilmiştir. Damalı granit zeminle tavanın renk uyumu etkileyici bir görselliğe dönüşmüş.

BELORUSKAYA
5 no.lu kahverengi çember hattın üzerinde bulunan bu istasyon 1952 yılında açılmıştır. Tavanlar da bulunan 12 parça mozaik pano ekonomi ve kültür betimlemeleri yapmaktadır. Yerler beyaz kırmızı ve gri seramiklerle döşenmiştir.

KRASNOPRESNENSKAYA
5 no.lu kahverengi çember hat üzerinde bulunan bu istasyon 1954 yılında açılmıştır. İstasyon beyaz mermer kornişler ve kırmızı granit direklerle inşa edilmiştir. 1905 devrimini anlatan 14 adet kabartmayla dekore edilmiştir.

PLOŞAD REVOLYUTSİİ
3 no.lu mavi hat üzerinde bulunan bu hat 1938 yılında açılmıştır. Benim gezerken çok etkilendiğim ve dakikalarca incelediğim diğer bir istasyonda burasıydı. 20 adet kemer ve bu kemerlerin her bir yanında birer tane olacak şekilde toplamda 76 adet bronz heykelden oluşmaktadır. Ülkenin şanlı geçmişini ve geleceğini temsil eden Sovyet Halkının görüntülerini gösteren bir galeriye sahiptir.

TEATRALNAYA
2 no.lu yeşil hat üzerinde bulunan bu durak 1938 yılında açılmış. Bronz, kesme cam lambalar ve mermer sütunlar bulunan salonun tavanları kabartma desenlerle süslüdür. Duvarlarda Kazakistan, Ukrayna, Gürcistan, Özbekistan gibi bir zamanlar S.S.C.B üyesi ülkelerin geleneksel dansçılarının kabartmaları bulunuyor.

ŞOSSE ENTUZİASTOV
8 no.lu sarı hat üzerinde bulunan bu durak 1979 yılında açılmıştır. Dekorasyonunun teması Rusya’nın özgürlüğüdür. Duvarlarda devrim temalı panolar var ve koridorun sonunda insan elinin oluşturduğu güneş şekline benzer özgürlük temalı bir pano bulunmaktadır.

ELEKTROZAVODSKAYA
3 no.lu mavi hat üzerinde bulunan bu istasyon 1944 yılında açılmıştır. İstasyon 1946 yılında SSCB Devlet Ödülü’ne layık görülmüş. Tavana monte edilmiş 318 adet lamba ve damalı zeminle çok etkileyici bir görüntü elde edilmiş.

ARBATSKAYA
3 no.lu mavi hat üzerinde bulunan bu istasyon 1953 yılında açılmıştır. Gösterişli avizeler, çiçek kabartmaları, alt kısımlarda ki bordomsu mermerler ile dekore edilmiş bu durak insanda büyüleyici bir sarayda hissini uyandırıyor. Gerçekten metroda mı yoksa hayal dünyasında mı olduğunuzu ayırt edemeyebilirsiniz. Oldukça derinde ve geniş bir alan korunarak yapılmasının nedeni ise Atom Bombasında bile sığınak görevi görebilmesi.

Bir kaç saatinizi ayırmanız ve fotoğraf çekmeniz gereken bu tarihi yer gerçekten bir metro olmaktan öte dünyada ki bir çok sanat galerisiyle yarışır nitelikte. Dünya da eşi benzeri olmayan bu güzel metroyu gezerken umarım sizde bizim kadar keyif alırsınız.

25 Ekim 2015 Pazar

Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Nabokov nereye gittiniz?




2015 Nobel Edebiyat Ödülü hiç beklenmeyen birine, roman değil “gazeteci kitapları” yazan Belaruslu Svetlana Aleksiyeviç’e gidince eski bir tartışma da alevlendi. Edebiyat severlere muhteşem okuma deneyimleri yaşatan Rus edebiyatından neden yıllardır büyük yazarlar çıkmıyordu? Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Nabokov, hepsi nereye gitmişti?


Gülenay BÖREKÇİ/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

Geçen 25 Mart’ta Foreign Policy’de “Rus edebiyatı öldü mü” diye bir haber çıkmıştı. Rus edebiyatında dünyaca popüler olmuş son büyük roman, Nobel ödüllü Boris Pasternak’ın 1958 tarihli “Dr. Jivago”suydu. Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takım Adaları” adlı dört ciltlik dev eserinin Batı’da yayın tarihiyse 1973’tü. Devamında, deyim yerindeyse, Rus edebiyatından bir daha haber alınamamıştı.

Vladimir Putin’in bir açıklamasına da yer verilmişti haberde. Meğer Rusya Devlet Başkanı, Rus edebiyatının “dünyadaki saygınlık ve etkisini artırmak için elinden geleni yapacağını” ilan etmiş. Açıkçası bunun mümkün olduğundan pek de emin değilim. Zira Rus edebiyatı denince benim de aklıma sadece Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Gogol ve Puşkin, tabii ki Vladimir Nabokov; özetle çoktan göçüp gitmiş edebiyatçılar geliyor. Yenilerde keşfettiğim birkaç isim var elbette, ama onlar bile epey zaman önce ölmüş. Mesela şu ara öykülerini hayranlıkla okuduğum İzak Babel, Stalin Rusya’sı tarafından acımasızca katledilmiş. Kitaplarının yeniden yayınlanabilmesi için de Stalin’in ölmesi gerekmiş. (Elif Batuman “Ecinniler: Rusça Kitaplar ve Onları Okuyanlarla Maceralar” adlı kitabı yazmasa ve Can Yayınları külliyatını yayınlamaya başlamasa, Babel’i belki de ben de hatırlamayacaktım.)

FETRET DEVRİ

Peki Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç’in 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmasına ne demeli? Çoğumuz adını ilk kez duymuş ve şaşırmıştık, dolayısıyla gönül rahatlığıyla “Putin mutlu olmuş mudur acaba?” diye merak edebilirdik. Ama yok, Aleksiyeviç’in rejim muhalifi tavrını göz önünde bulundurursak, Putin mutlu olmamıştır bence. Ödülü kazandığını haber vermek için gecenin bir vakti aradıklarında evinde ütü yaptığını açıklayan alçakgönüllü yazarın da neticede “Şefkatli ve hümaniteryen olduğunda Rus dünyasını seviyorum ama Lavrenti Beria’nın, Stalin’in, Sergey Shoygu’nun, Putin’in dünyasını ise hiç sevmiyorum” gibi açıklamaları var. (Bilmeyenler için hatırlatma: Shoygu Rusya’nın halihazırdaki savunma bakanı. Beria ise Stalin döneminin önemli politik şahsiyetlerinden.)

Aleksiyeviç’e daha sonra geleceğim ama öncelikli meselem, bana hayatımın en muhteşem okuma deneyimlerini yaşatan Rus edebiyatının gerileyerek bir çeşit “fetret devri” yaşamaya başlaması.

Foreign Policy’nin konuştuğu eleştirmen Dmitry Bykov’a göre problem iyi kitaplar yazılmamasında değil, yazılanların kapsamlı bir şekilde başka dillere çevrilememesinde. Meslektaşı Masha Gessen’se katılmıyor. Ona göre çağdaş Rus yazarlarının “birinci sınıf” edebiyat eserleri ürettikleri ne yazık ki söylenemez.

POLİTİK KAL!

Rochester Üniversitesi’nin şahane çeviri projesi “Three Percent”in editörlerinden Chad W. Post daha ılımlı konuşuyor ve meselenin yazarlarda ve eserlerde değil, dağıtımcılarda olduğunu söylüyor. Glas adlı ünlü Rus yayınevinin sahibi Natasha Perova’ya göre ise Batılı yayınevlerinin “Rus edebiyatına adeta alerjisi var, ayrıca bestseller’larla ilgilenmekten dünya edebiyatına zaman ayıramıyorlar.”

Çevirmen Will Evans’a bakılırsa, Rus edebiyatı gerilemiş falan değil. Sırf 2013’te 120 bin kitap basıldığı düşünüldüğünde, yayıncılık açısından da durumun gayet parlak olduğu ortaya çıkıyor. Evans, “Esas sorun Batılı okurların önyargısında” diyor. Batılı okurlar Rus yazarların belirli bir alanda üretmesini, üslup bakımından değil belki ama içerik bakımından devrimci, yani politik odaklı bir edebiyat eserleri yazmasını istiyor. Bunun dışında kalan edebiyat ürünleriyle de ilgilenmiyorlar.

NOBEL ÖDÜLLÜ TRAJESİ PARATORNERİ

“Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları” ve “Çernobil’den Sesler: Bir Nükleer Felaketin Sözlü Tarihi” gibi kitapların yazarı Svetlana Aleksiyeviç’in Nobel almasının şaşırtıcı yanı, yazarın öykü veya roman yazmaması, “kolaj” adını verdiği kendine has bir teknikle “gazeteci kitapları” kaleme alması.

Aleksiyeviç, okuru büyük resimle buluşturabilmek adına kitaplarında sözü, II. Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve Çernobil gibi hadiselerin şahitlerine veriyor. Eserlerini “kolektif roman” diye tarif eden ve çeşitli vesilelerle “hafıza etiği” kavramından bahseden yazar, geçmişin dehşet verici olaylarını zihnimizin bir kenarında tutarsak, eski hatalarımızı tekrar etmeyeceğimize inanıyor. Ve çok etkilendiği Dostoyevski gibi o da işitilmeyenleri dinliyor, fark edilmeyenleri görüyor, umursanmayanları umursuyor... Yine Dostoyevski gibi insanlık için yegâne umudun birbirimize göstereceğimiz şefkatte yattığına inanıyor ayrıca ve intikamı reddediyor.

II. Dünya Savaşı’nda cephede savaşan kadınlarla röportajlardan oluşan “Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları” adlı kitapta “Yüksek binalarda ve derme çatma kulübelerde... Sokaklarda ve trenlerde... Dinliyorum... Ve kesintisiz bir şekilde başkalarının seslerini, sözlerini algılamaya çalışan koskoca bir kulak haline geliyorum” diye yazıyor. Bir ara acıdan uzak durmayı, başka tarz kitaplar yazmayı istemiş. Zira kendini artık “trajedi paratoneri” gibi hissediyormuş. Tek bir acı bile infilak etmesine yetecek gibiymiş. Burnu kanayan bir çocuk görmek yahut tezgâhta ölü bir balığın gözlerine bakmak bile onu çileden çıkarmaya yetiyormuş. Böylece artık savaşa dair yazmama kararı almış ama kararını uygulayamamış

'ŞEFKAT TARAF TUTMAZ'

Dostoyevski gibi “Şefkat taraf tutmaz” diye düşünen Aleksiyeviç bir keresinde, Leningrad Kuşatması’ndan sağ çıkmış bir kadının Alman esirlere her gün yiyecek taşımasını yazmış. Yllar sonra aynı kadın televizyonda aç Filistinli mültecileri gördüğü zaman bile boğulacak gibi hissettiğini söylemiş... Aleksiyeviç’in kitaplarında zulüm karşısında şefkat dağıtanlar, hep kadınlar. Kâh II. Dünya Savaşı’nda yetim çocukları savaşın içinden çıkarıp alıyor, kâh Afgan savaş malullerine hastabakıcılık yapıyor ya da Çernobil faciasında radyoaktiviteye maruz kaldığı için kanser olan kocalarını tedavi ediyorlar. “Savaşa karşı çıkmak bizim tabiatımızda var” diyen yazara göre, kadınların savaşı anlatma biçimi de farklı. Hikâyelerinde kahramanlar ve başarıları değil acı ve şefkat var. “O acı hepimizin acısı” diyor. “Sadece insanların değil, yeryüzünün de acısı. Kuşların, ağaçların. Yazar olarak ben hem sıklıkla unutulan insanlara söz veriyorum hem de tabiata.”

'SAVAŞ, ERKEK DOĞASININ BİR ÜRÜNÜ'


Svetlana Aleksiyeviç’e göre, hepsi de erkek olan ve 1979- 89 arasındaki Afgan Savaşı’nı bir dizi sırla ve yalanla perdeleyerek anlatan gazeteci yazarlar aslında birer “peri masalı taciri”. Kendisi bu gruptaki tek kadın... “Savaş denen şey, erkek doğasının ürünü” diyor. “Çinko Çocuklar: Afgan Savaşı’ndan Sovyet Sesleri” diye bir kitabı var. Çinkodan tabutlar içinde evlerine gönderilen genç askerleri ve savaşta sakat kalan, deliren, artık çalışamayacakları için hayatlarını dilenerek kazanmak zorunda kalan, kısaca hayatları dağılanları anlatıyor. Yazar, Sovyetler döneminin de sıkı bir eleştirisini yaparken sosyalizm ya da başka herhangi bir yüksek ideal uğruna öldürmenin kabul edilir olup olmadığını sorguluyor ve “İnsan hayatı dahil hiçbir şey kendimize dair ürettiğimiz mitlerden değerli değildi. Adeta içimize mıhlanmış bir mesaja inanmaya devam ediyor, en iyi, en adil, en dürüst, kısaca her bakımdan en kusursuz olduğumuzu düşünüyorduk” diyor.